Sabahattin Ali’nin sanat için “yani bir nevi propagandadır.” sözünü hatırlatarak yazıya başlamak istiyorum. Çünkü bu hatırlatma kitabı yorumladığımızda bize bariz bir şekilde yardımcı oluyor. Kuyucaklı Yusuf romanında bu bağlamda bir yola sürükleniyoruz. Kendi zamanı içerisinde kurguladığı gerçekçi karakterler ile kendi dünyasından ve kendi yorumundan beslenerek bize bu eseri sunuyor. Başarılı mı ? Bence fazlasıyla başarılı.
Sabahattin Ali’nin hayran olduğum bir noktası var, bu diğer iki kitabında da yer alan sihirli bir değnek gibi. Bir duyguyu inceden inceye betimliyor ve karakterin bu bu duygudan çok daha farklı hareket etmesini sağlıyor. Yani çok gerçekçi bir durum gerçekleştiriyor. İç dünyamızda fırtınalar kopardığımızı kelimelerin sular gibi aktığını tarif ediyor ama dışarıdan bu duygulara ne kadar da kayıtsız kaldığımızı her defasında yüzümüze vuruyor. Yusuf’un içinden onca şey söylemek istemesi karşısında yaptığı tek eylemin omuz silkme olması mesela.
Dikkatimi çeken bir başka durum ise okuduğum bu romanda yer alan karakterler ayrı ayrı insan fıtratlarını özetlemekte. Yani bir karakter ile bir topluluk tarif ediliyor aslında. Dolayısıyla okuyan her insan mutlaka kendisine yer edinebiliyor bu roman içerisinde.
Eleştirel olarak yazmam gereken bir husus var ki o da bir kısım tarafından kabul edilmeyebilir. Sabahattin Ali’nin denk geldiği dönemden kaynaklanıyor olsa gerek ki din üzerinden dindar kişilikler üzerinde sürekli bir kavga hali var. Farklı bir boyutta dini yorumlama isteği diyelim biz buna. Aslında bu çaba iyi bir eylem fakat bu çabanın basit yanılsamalarla basit bir eleştiriye dönüştürülmesi benim gibi hassasiyeti olan okuyucuları da mesafeli durmaya zorluyor. Olması gereken belki doğru bir şey abartılar ile arka planda kalıyor hatta ters tepki yaratabiliyor.
Romana dönecek olursak. Roman mutlaka okunması gereken bir eser. Özellikle insanların sisteme uygun hareket etmesinden kaynaklı kaderin sistemin dışına çıkamaması mesajı oldukça net verilmiş. Yaşanması gereken olayların aslında çok farklı olması gerekirken egemen topluluklarının zoruyla veya baskısıyla değiştirilebildiği mesajı var. Kasaba halkının yeni kaymakam ile ters düşmemek için çok konuşmamaları, Şakir’in beraati vs.
Şahinde hanımın yaptığı çirkin işlere Yusufun sorumsuzluk kılıfını çekmesi durumunu hepimiz yaşamışızdır mutlaka kendi içimizde. Yaptığımız kötü bir eylem için başkasının sorumsuzluğunu bahane göstermek. Aslında o öyle yapmasaydı ben böyle yapmayacaktım bahanelerimiz. Bir kısmında Şahinde hanıma da hak verecek olsakta sonra Sabahattin Ali’nin olayı birde erdem ve kişisel karakterle ele alması bizi bu hatadan kurtarıyor. Eğer bu romanı bitirdikten sonra Şahinde Hanım’a az da olsa haklılık payı veriyorsanız kişiliğinizi bir kez daha gözden geçirmenizi öneriyorum.
Lafı fazla uzatmadan Roman’da yer alan altını çizdiğim cümleleri paylaşmaya geçiyorum…
Kuyucaklı Yusuf Alıntılar
- Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür…
- Evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün inanışlardan şüpheye düşürür.
- Evlendikten sonra bir adamın bütün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunmayan meziyetler ve saadetler araştırmaktır.
- Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. İnsan birazcık da kalender olmalıdır.
- Şimdi dudaklarında hep o lakayt ve her şeyi bilen tebessüm vardı.
- Yerimizi boşaltsak da dünyaya yeni geleceklere yer açsak.
- Hayal ve düşüncelerle dolu ve yalnızlık içinde geçen bir hayat, bu on beş yaşındaki kızı, kendi yaşındakilerden ayrı yapmıştı.
- Güneş sanki ışığını kova ile yeryüzüne döküyordu.
- Kadın dedikleri şey hakkında hiçbir fikri olmayan delikanlı, karısına insanların üstünde bir mahiyet veriyor, kalbinde günden güne kuvvetlenen bir aşkı adeta dini bir his gibi tefsir ediyor ve bütün düşünce ve hareketlerinin bu mihver etrafında dönmesi lazım geldiğini hissediyordu.
- Bir zamanlar bende başka türlü düşünüyordum; her şeyi aklımla halletmeye kalkıyordum. Fakat artık dünyada bir tek şeye inanıyorum. O da tecrübe.
- Düşünceleri bir yerde durmayarak seneleri ve kilometreleri ileri geri dolaşıyordu.
- Muazzez yavaş yavaş kör bir gevşekliğin içine kendini bırakıyordu.
- Bu nevi yalanları daha kolay uydurmaya başlamıştı. Yusuf’a karşı yalan söylemekte bir mahsur görmüyor, onu adeta bir çocuk gibi avutmak, oyalamak icap ettiğini zannediyordu. Bu düşünceler onu Yusuf’u biraz da küçük görmeye alıştırmıştı. Şimdi içinde yaşamaya başladığı aleme nazaran Yusuf pek basit ve biraz sıkıcıydı.
- Bu kıza bir zamanlar yan bakılmasına bile müsade edilmemişti ve bugün onu saatlerce hırpalıyor, kucağına alıyordu.
- Belki ona bu kadar sükunet veren, henüz her şeyin kaybolmadığına, henüz bir çok şeylerin kurtarılabileceğine olan inanışı idi.
- Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.
- Kafasının içinde onu sersem edecek kadar çok şey vardı.
- “Ne olursa olsun!” dedi. Hayatını berbat eden şeyin bu duraklamalar, bu boyun eğmeler olduğunu zannederek, artık aklına estiği gibi hareket etmeye karar verdi.
Bir yanıt yazın