Hera’nın renkli elbise giydirip dünyaya gönderdiği habercisi İris, Umut ve şansın yayı, bolluk ve savaşın sembolü, cennet ile yeryüzü arasındaki yol, bir ucuna ulaşıldığında dileklerin kabul edildiği bir fırsat, güneşin elçisi… Gökkuşağı… Yaşamımızda gördüğümüz en güzel manzaralardan biri. Gözlerimiz sadece gökkuşağını görmek için bile yaratılmış olabilir. Sistemin ve kanun koyucunun dünyamıza ne denli önem gösterdiğinin bir kanıtı.
Bazen bilimin kötü yanları olduğunu düşünüyorum. Herşeye getirdiği akılcıl yaklaşımlarla zaman zaman ihtiyacımız olan hayalimize ve kurgu efsanelerimize set çekiyor. Oysa ki tüm doğrulukların yanında birde efsanelerin var olması, maddesel bir açıklama yerine bir hikayenin uydurulması bazen gerekli. Gerçi bir de bu maddesel gerçeklik ile kurgunun birleştirilip duruma öyle bakmanın bir tanımı yapılabilir. Buna orta yol da diyebiliriz. İşte ben bu orta yolu bulmaya çalışacağım.
Genç bilim adamı Newton teleskopla baktığında neden yıldızların önünde renkli bir perde gördüğünü merak eder ve bunun üzerine bir kaç çalışma gerçekleştirir. Daha sonra merceklerden oluşan üçgen bir prizma yapar. Bu prizmayı karanlık bir duvara doğru tutar ve ışığın içeri girmesini sağlar bir de ne görsün! Gelen beyaz ışık duvara rengarenk yansımakta. Daha sonra aslında görülen beyaz ışığın renklerin karışımından meydana geldiğini anlar ve bunu açıklar. Evet gördüğümüz ışık aslında içinde 6 rengi barındıran bir ışık karışımı. Gökyüzünde de aynı ışık mevcuttur fakat onun beyaz yerine mavi olmasının sebebi hava moleküllerinin diğer tüm renkleri kırıp mavi rengi yüksek miktarda kıramamasından dolayıdır. Yine konudan sapıyorum ama galaksimizin de yeşil olmasının sebebi galaksideki moleküllerin yeşil ışığı diğerlerine göre daha az kırmasındandır. Neyse konumuza dönelim Newton’un bulduğu bu mercekten oluşan üçgen prizmayı alın yağmur damlasıyla eşleştirin. Yani yağmur taneleri de birer üçgen prizmadır. Bu tanelerin iri olduğu yerde ışık kırılır ve rengarenk gözükür. İşte ortaya çıkan renklerin durumu bundan ibaret.
Gökkuşağı yağmur tanelerinden oluşuyor da peki neden düz bir perde halinde değilde yay şeklinde yansıyor? Neden renkler iç içe değilde ayrı ayrı bir çizgiyle ayrılmış gibiler? Neden bir ressamın en büyük şaheseri gibi duruyorlar? İşte buna da madde değil soyut kavramlar inanışlarımız cevap veriyor. Gözlerimizle gördüğümüz o muhteşem kare ruhumuzla iletişime geçiyor ve ruhumuzda kısmen bulunan yaratıcının gözlerine değiyor. O zaman o hazzı o tadı alabilmek bizim için eşsiz olaylardan biri haline geliyor. Öyle bir yaratıcı ki ışığı gözümüze beyaz olarak gösteriyor. Aslını göstermek için damlaları sebep kılıyor ve o damlalara da bir emir ile yay gibi dizilmelerini sağlıyor ve sanatını izleyenleri büyülüyor.
Benim efsanem; Gökkuşağı’nın renklerini irdeleyen bilim adamının, ruhuyla ressamı gören bir azizin ve manzara karşısında büyülenen salıncaktaki çocuğun, çocuk ruhluların bir arada yaşadığı bir dünyadır. Bu dünyada varoluşun ve huzurun simgesidir Gökkuşağı. Dertlerin, kederlerin, sıkıntıların uykusundan uyandıran bir tokmaktır. Yeryüzündeki iyilik inancının son kalesidir. “All is well” repliğinin tercümesidir.
Yazı: Mücahit Onur Diril
Bir yanıt yazın