İnsanın doğası, belirsizliği ve anlam arayışı ile mükemmel bir varlık olmasına rağmen bu çağa denk gelmesine üzülüyorum. Çağın kötülüğünden bahsetmiyorum. Her çağda kötülükler, insanı soyut varlığından alaşağı eden saldırılar vardı fakat hiç biri bu çağda ki gibi sistematik ve programlı değildi. Sosyal medya hiçbir çağda insan merkezine oturmamış, tek tip insan modeli tüm sistemin paydaşları tarafından hiç bu kadar desteklenmemişti. Program çıktısı tek tip işçiler, mühendisler, doktorlar, öğretmenler, öğrenciler vs. Kategorize edilmiş tek tip toplum. Sınırları çizilmiş yaşam standartları. Üstelik bu totaliter bir baskı ile dayatılmadan, insanın kendi rızası ve kendi yürüyüşü ile gerçekleşiyor. Adım adım karanlığa. Başrolde sosyal medya, sosyal insan.
Bu karanlık çağı bir çok alandan tanımlayabilir, buna yönelik reçeteler, öneriler sunabiliriz. Fakat “İkili ilişkilerimizin bertaraf oluşu” dikkate değer bir konu. Tüketmek üzere yetiştirilen insan, hızlı yaşamayı kabiliyet sayıp ilişki, arkadaşlık seferberliği düzenliyor. Tıpkı tükettiği yiyecekler gibi fazla ikili ilişkiler, değiştirdiği elbiseler gibi kullan-at(dolaba kaldır) yeni ilişkiler, dinlemeyip sadece baktığı ekranlar gibi görüntü arkadaşlıklar ediniyor. Bitmek bilmeyen bir macera. Daldan dala. Ömür boyu sürecekmiş gibi ama bir kelebek ömrü kadar sürmeyen serüvenler dizisi. Halbuki insan, anlam arayışını sürdürürken yolda gördüğü hemhalleri ile muhabbet eden, kendinden birşeyler aktarıp hamhal olduğu dostundan birşeyler öğrenen, kurduğu bağ ile daha fazla derinlik keşfeden ve ilişkisini anlamlı hale getiren sadık bir varlık. Kurduğu ikili ilişkinin sorumluluğunu üstlenebilen, güvenebilen başlayan ve kolay kolay bitirmeyen bir sır küpü.
Konuyu daha fazla uzatmadan sözün özüne dönelim. İnsanın devamı gelmeyen ve sürekli kullan-at ilişkileri çağımızın yaralarından biri. Sadece yeni ilişkinin başlama hevesi, sürekli yeniyi tatma yeniyi giyme isteği gibi yeni ilişkinin getireceği maceraların merakı insanı anlamsız bir kalabalığa sürüklüyor. Her ilişkinin yeni bir olasılık ve yeni bir macera olarak görülmesi ve hep yenisine başlamak insanı daha çok yalnızlaştırıyor ve yolunu anlamsız kılıyor. Anlamsız bir yolda yürümek ise bir süre sonra bu insanı buhrana sürüklüyor. Kemal Sayar der ki; “bir hız çağında yaşıyoruz. O kadar hızlı gidiyoruz ki ruhlarımız arkada kalıyor”. Ruhlarımızı yanımıza alıp arayışımıza yolculuğumuza öyle devam etmemiz gerekiyor. Sadakat, güven, yavaşlamak, sorumluluk, süreklilik reçetemizin başlıca etken maddeleri olmalı. Sürekli yeni hikayeler yerine var olan hikayemizi derinleştirmemiz gerekiyor. Unutmamalıyız ki bugün özgürlük alanımızın etkilediği bir gelecek var ve bu geleceğin içinde bizim çocuklarımız olacak. Onlara tek tip bir toplum mu bırakacağız yoksa anlam arayışı hikayemizin devamını mı yazdıracağız. Karar bizde, bizim ilişkilerimizde.
Not: Başlık görseli, sözcükleri resme dönüştüren yapay zeka aracı ile oluşturulmuştur.
Bir yanıt yazın