ÖMER’İN SON SÖZLERİ

mod avatarı

Bedri… kısa kesmek lazım. Vaktim yok. Beni hiç itiraz etmeden dinle. Beni seviyorsun – ki bunu bilmem- ve Macide’yi seviyorsan -ki bunu tahmin ederim- dediklerimi yaparsın. Her zamanki gibi, bir anda düşünülüp verilmiş kararlardan bahsetmeyeceğim. On günden beri bu mesele üzerindeyim. On günden beri kendi kendimle hesap görüyorum. Müthiş açığım çıktı… Alay etme… Gayet ciddi ve doğru söylüyorum. Otuza yaklaşmaktayım. Bugüne kadar ne yaptığımı düşündüm. Bir sıfırdan başka netice alamadım. Hayatta hiç birşey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? Son zamanlara kadar “Fena bir şey yapmıyorum ya!” der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevherler fazlasıyla mevcutmuş. Belki herkeste var… Fakat insan olan onu söküp atmasını, yahut boğmasını biliyor… Dokunmadan bırakmak, bir gün başnı kaldırmasına meydan vermek olur. Sana ahlak vaazı verecek değilim. Yalnız benim gibi eş dost arasında akıllı geçinen bir insanın nasıl olup da bu kadar manasız ve bomboş bir gençlik geçirdiğine herkesten evvel kendimin hayret ettiğimi söyleyeceğim… Evvela bunun farkında değildim. Kendilerini derecesiz bir zeka ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekam bütün kuvvetini, içinde bulunduğu ana sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabi bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulunu bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması. İçimizdeki şeytan pekte kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var…  Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiç birşey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.

Bu böyle devam edip gidecekti, fakat tesadüf karşıma Macide’yi çıkardı. Onu nasıl sevdiğimi, ne kadar sevdiğimi anlatacak değilim… Dünyada hiç kimsenin aynı şeyleri aynı kuvvette duyamayacağını zannediyordum. Onda öyle bir takım haller gördüm ki, benim saatlerce bir çok insanlarda arayıp bulamadığım ve yok farz ettiğim şeylerdi. Onda bizim gibi olmayan, olduğu gibi görünen ve bir şeyler olan bir insanı buldum. Derhal kendimi düzeltmek, ona layık bir hale gelmek icap etmez miydi? Yapamadım ve bu aczimi içimdeki şeytana hamlettim. Halbuki tembel ve iradesizdim. Başka birşey değil… Hayvan taraflarımı avuçlarıma almaya, kafamla hareket etmeye alışamamıştım. Basit, çocukça bir takın hürriyetleri insan olmaktan daha ehemmiyetli buluyordum. Ne kadar seversem seveyim, bir kişiliğe bağlı kalmak bana garip geliyordu… Sokakta gördüğüm kadınlara kendimi dikkatli bakmaktan alamıyordum. Buna rağmen korktuğum derecede düşmedim. Bu benim adamlığımdan değil, Macide’nin tesirindedi. Fakat o müsamere akşamı iş çığrından çıktı. Orada bizim eski arkadaşları; beraber okuduğumuz, koridorda gevezelik ettiğimiz, gezintilerde oynadığımız kızları, hatıralarımda yer tutan bir hayat devresinin canlı mümessilleri olarak görünce derhal her şeyi unuttum… Belki sana macide anlatmıştır… İçtim ve beni seven bir insanın yanında yapılmayacak kadar sululaştım. Karım buna da tahammül edecekti… iş sadece sululuktan ibaret olsaydı!.. Fakat ben daha ileri giderek bayağılaştım… Saygısızlaştım ve etrafın çirkefliğinden bunalacak hale gelen Macide’yi yapayalnız bıraktım… Dahası var… Onu iğrendiren bir muhitin bana hiç de yabancı olmadığını, beni hiç sıkmadığını ve tiksindirmediğini göstermiş oldum… Bunların tamiri kabil değildi… Ben aptal değilim… Her şeyin bittiğini ve Macide’nin bana inanarak sokulmasına imkan kalmadığını derhal anladım… Artık kendime ve ona vereceğim bütün sözlerin gülünç olacağını biliyordum. Çünkü daha bir kaç saat evvel, hayır cemiyeti odasında seni dinlerken kafamda yeni bir takım hakikatlerin belirdiğini sezmiş ve kendimi yeniden bir tartıp  toparlamaya karar vermiştim. Bu kararın verilmesiyle unutulması bir oldu… şimdi kendime herkesten evvel ben inanmıyorum. Tamamıyla değişeceğim… Muhakkak… Fakat ne zaman? Senelerce süren bir mücadeleden sonra mı? Yoksa hiç muvaffak olamayarak bu manasız varlığı taşımakta devam mı edeceğim? Ne olursa olsun, Macide’yi böyle bir hayata iştirak ettirmek cinayettir. Sonu nereye varacağını bilmediğim bu yolda onun beraber yürümesini isteyemem, hatta o istese de ben kabul etmem. Bu son günlerde kendimi hesaba çektiğim zaman namuslu bir insanın yüzüne bakamayacak kadar günahla yüklü olduğum uda gördüm… Bak… Veznedar nerede? Size hiçbir şey söylemediğim halde onu araştırdım, evlerini bulup önünde dolaştım. Harap yüzlü bir kadınla tasalı çocuklardan başka bir şey görmedim! Nereye saklı? İnsanalara lanet savurup dolaşıyor mu, yoksa bir denizde ak saçlarını yeşil yosunlarla birlikte dalgalandırarak uykulara mı daldı?.. İnsan bütün bu pislikleri ancak yalnız başına ve dövüne dövüne, didine didine üstünden atabilir… Ama yalnız başına… Kimseye bir şey sıçratmadan… İşte Macide’yle olan nikah evrakımız… Henüz neticelenmedi… Artık lüzumu da kalmadı. Hepsini yırtıp atıyorum… Yalnız şu küçük vesika resmi bende kalsın… Bu kadar bir zaafta çok görülmez… Denilebilir ki: Genç kadın sensiz ne yapsın? Nereye gitsin? Bunu senin demeyeceğine eminim… sen hepsini halledeceksin… Nasıl isterseniz öyle yapın… İstersen onu al, bir kardeş gibi yanında tut, istersen onunla evlen… Beni dünyada mevcut farz etmeyin… Tamamıyla ayrı yollara ve ayrı dünyalara gideceğiz… Ben bir molozdan bir adam yapmaya çalışacağım… Bir gün, belki on sene oluyor, bir hocam bana: ” Zekanı mirasyedi gibi harcıyorsun!” demişti. Doğru… Zekamı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim… Hiçbir şeyim kalmadı… Ben zekayı radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum… Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara küçümseyerek bakarak bir yere çıkmak istiyordum… Halbuki bugün sonsuz zaman ve mesafenin içinde ben neyim? Bir solucandan, bir ayrık kökünden daha ehemmiyetsiz, daha değersiz, daha lüzumsuz bir mahlukum…

Loading

Tagged in :

mod avatarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir